31 Aralık 2018 Pazartesi

Su Hakkı Kampanyası bülteni - Türkiye'de Müştereklerin Savunulması ve Kazanılması

Su Hakkı Kampanyası

Türkiye'de Müştereklerin Savunulması ve Kazanılması

Kitabı bu bağlantıdan PDF formatında edinebilirsiniz.

Teoriden Mücadeleye Müşterekler Siyaseti
Doç. Dr. Bülent Duru
Prof. Dr. Aykut Çoban
Doç. Dr. Ümit Akçay
Doç. Dr. Begüm Özden Fırat
Dr. Fırat Genç
Can Irmak Özinanır
Dr. Lülüfer Körükmez
Umut Kocagöz
Dr. Özdeş Özbay
Luke Stobart

Sivil ve Ekolojik Haklar DerneÄŸi
Kasım 2018, İstanbul
Yayına Hazırlayanlar: Erkin Erdoğan, Nuran Yüce, Özdeş Özbay

Facebook Facebook'ta PaylaÅŸ
Twitter Tweet Gönder

Su Hakkı Kampanyası'nın bu bülteninde yıl içinde Müşterekler üzerine yayınladığımız tartışma makalelerini bulabilirsiniz. Bu tartışma makaleleriyle Türkiye'de müştereklerin savunulmasına dair deneyimleri daha görünür kılmayı ve dünyadan da örneklerle müşterekleri nasıl kazanabileceğimize dair bir perspektifin geliştirilmesine katkı sunmayı amaçlıyoruz.

İçindekiler:

Teoriden Mücadeleye Müşterekler Siyaseti - Önsöz

Müşterekler kavramı ilk kez ortaya atıldığı 1968'den bu yana hem etkilediği kesimler açısından hem de kavramsal içeriği açısından büyük değişim gösterdi. Sosyal refah devletinin sonuna yaklaşıldığı ve 68 hareketinin yükseldiği bir dönemde Garret Hardin'in kaleme aldığı Müştereklerin Trajedisi başlıklı makale, esas olarak 1980 sonrası yaşanan neoliberal dönemde daha bir anlam kazandı. Bu, müştereklerin mülkiyet ilişkilerinin dışında bırakılmasının onları yok edeceği iddiasına dayanıyordu. Hardin, 1978'de yazdığı Political Requirements for Preserving our Common Heritage makalesinde de zaten açıkça 'kalabalıklaşan dünyada bir dış baskı gücüne' ihtiyaç olduğunu yazıyordu. Dolayısıyla Müştereklerin Trajedisi'nde de bahsettiği üzere esas meseleyi dünya nüfusunun artışında görüyor ve müşterekleri korumanın yolunun nüfus artışını zorla sınırlandırmaktan ve müşterekleri özel veya kamu mülkiyeti içerisine almaktan geçtiğini söylüyordu. Hardin'in bu yorumuna en önemli itiraz, 2009 yılında Nobel İktisat Ödülü'nü kazanan Elinor Ostrom'un çalışmalarıydı. Ostrom önemli bir itiraz dile getirmişse de bu tartışma esas olarak akademik bir düzlemde sürüyordu.

(...) Bu kitabın editörleri Türkiye'de uzun zamandır Su Hakkı Kampanyası'nı yürütmekte olan aktivistlerdir. (...) Su sorununu su krizine dönüştüren ve küresel düzeye yaygınlaştıran neoliberal politikaları, sorunun iklim değişikliği ve kapitalizmle olan bağlantısını ele aldığımız yayınlarımızın her birinde dünyada ve Türkiye'de bu soruna karşı verilen mücadelelerin deneyimlerine yer ayırdık. Ne tek başına var olan ne de tek başına ilerleyen bir sorun olarak ele alınabilecek su sorununda, bireysel çözümlere değil kolektif çözümlere ihtiyacımız olduğunu dile getirdik ve bu doğrultuda talepler ifade ettik. İtalya'daki su hareketinin kullandığı "su olarak yazılır demokrasi olarak okunur" sloganı bizim de mottomuz oldu. 2018 yayın döneminde Açık Radyo'da sunduğumuz Su Müştereği programımızın jingle'nda da bu slogana yer verdik. Kampanyamızda su hakkı mücadelesini antikapitalist bir müşterekler siyasetinin en önemli parçalarından biri olarak gördük ve anlattık. Bugüne kadar su hakkı mücadelesi içerisinde biriktirdiğimiz deneyimlerimize dayanarak hazırladığımız bu yayının da Türkiye'de toplumsal muhalefetin giderek daha fazla gündemine giren müşterekler siyasetine katkı sunacağını umuyoruz.

Devamı için tıklayınız.

Müşterekler Nedir? DoÄŸal, Kentsel, Sosyal Müşterekler ve Kentsel Toplumsal Hareketlere Etkileri Ãœzerine â€" Bülent Duru

Müşterekler üzerinden kaynaklanan toplumsal hareketleri konu edinen bu çalışmada kent yaşamında birlikte yararlanılan, ortaklaşa kullanılan, herkesçe paylaşılan varlık, değer ve olanakları savunma için geliştirilen tepkilerin özgürlükçü, katılımcı, adaletçi bir yönetim biçimine erişme sürecine nasıl bir katkı sunabileceği çözümlenmeye çalışılacaktır. Bu doğrultuda önce 'müşterekler' biçiminde Türkçe'ye kazandırılan kavramın içeriği, kapsamı ve anlattıkları üzerine bir giriş yapılacak, ardından bu nitelikteki varlık ve değerlerin içinde bulunduğu durum sergilenecek, sonra kentsel müştereklerden doğan hareketler niceliksel ve niteliksel olarak ortaya konulacak, en sonunda da kentsel müşterekler için arzulanan ortaklaşmacı, katılımcı hareketlerin, girişimlerin, deneyimlerin yaşadığı sorunlar ve sunduğu olanaklar üzerinde durulacaktır.

Özellikle son dönemde siyasal, hukuksal ve yönetsel açıdan izlenen politikalarla kent-kır ayrımının belirsizleşmeye, nicelik ve nitelik olarak aralarındaki uzaklığın azalmaya ve her iki alandaki olumsuz gelişmelerin birbirini etkisi altına almaya başlamasından dolayı yazı ekolojik varlıklar ve kentsel alanlardan kaynaklanan müşterekleri kapsayacak biçimde kaleme alınmıştır.

Devamı için tıklayınız.

Ekolojik Ortaklaşımlar (Müşterekler) ve Türkiye'de Uygulanan Çitleme Politikaları â€" Aykut Çoban

Müşterekler (ortaklaşımlar, the commons) körün fili tanımlamasına benzer bir içeriğe büründürüldü. Bu sayede kavram yaygın bir popülerlik de kazandı. Ama herkesin dilediğince anlam yüklediği bir 'kavramla' bilimsel bir tartışma yürütmek olanaksız. Kaldı ki aynı kavramdan yola çıkan Ostrom Hardin'den, Marksistler ise her ikisinden de perspektiflerini ayırıyorlar. Oysa bu gibi kuramsal ayrımları vurgulayan metinlerde bile zaman zaman ortaklaşım 'herkesin serbestçe kullandığı kaynak' anlamına indirgenmektedir. İsteyen böyle de yaklaşabilir ama dönüp dolaşıp Hardin'in görüşü ortaklaşım olarak önümüze konulacaksa kuramsal ayrımlarla uğraşmanın hiç gereği de yok.

Ortaklaşım ve çitleme ikiz kavramlar. Ortaklaşımı nasıl kavramlaştırdığımız, çitlenenin belirlenmesini sağlar. Çitleme emekçi toplulukların ortaklaşımının ellerinden alınmasıyla ilgili. Ortaklaşım olan durumda, sermayenin genellikle devletin yardımıyla gerçekleştirdiği el koyma eylemidir çitleme. Bunun yanında, ortaklaşımın bulunmadığı ama halkın/herkesin kaynağa serbest erişimi durumunda gerçekleştirilen el koymayı, ortaklaşıma dönüştürme olasılığı ve potansiyeli yok edildiği için çitleme etkisi olarak adlandırıyorum.

Yazıda önce ortaklaşım kavramı ve kuramları üzerinde durulacak. Ortaklaşım, çitleme ve çitleme etkisi açıklığa kavuşturulacak. Tartışma, yazının konusuna uygun olarak ekolojik ortaklaşımlara odaklıdır. Daha sonra Türkiye'deki çitleme ve çitleme etkisi yaratan yasal düzenlemeler ve uygulamalar incelenecek. Örnekler arasında meralar, yaylalar, ormanlar, sular ve kıyılar bulunuyor.

Devamı için tıklayınız.

Kapitalizmin Krizi ve Müşterekler â€" Ãœmit Akçay

İhtiyaç karşılamanın, kâr etmenin bir aracı olarak tasarlandığı günümüz toplumsal ve ekonomik sistemi derin bir yapısal krizde. Bu yapısal kriz, kimi zaman finansal çöküşlerle, kimi zaman yükselen piyasa ekonomileri krizi ile, kimi zaman da otoriterizmin yükselişi ile ortaya çıkıyor. Ancak pazılın farklı parçaları olarak görülebilecek bu ekonomik ve siyasi sorunlar uzunca bir süredir, yapısal krize neden olan ilişki biçimini, bunu doğuran toplumsal güç ilişkilerini ve nihayetinde de ekonomi politikalarını değiştirecek bir etkide bulunamıyor. Dünya genelinde toplumsal muhalefet ve özellikle işçi sınıfı, sermayenin saldırıları karşısında, egemen sınıfları geriletebilmiş yanıtlar henüz geliştirebilmiş değil. Hatta dünya genelinde yükselen otoriterizm dalgası karşısında toplumsal muhalefet giderek geriliyor.

Bu yazıda, XXI. yüzyılın ilk ve şimdilik en büyük krizi olan 2007-8 küresel finansal krizi bağlamında, kapitalist toplumsal ilişkilerin ötesine geçebilecek alternatiflerin neler olabileceği tartışmasına müşterekler perspektifinden bakarak yapılabilecek bazı katkılar üzerinde duracağım. Bu amaçla ilk olarak kısaca güncel kriz konjonktürünü açıklamak üzere, 2007-8 küresel finansal krizinin nedenlerine, krizden çıkış için uygulanan ana akım ekonomi politikalarına ve bunun kısa dönemli sonuçlarına değineceğim. İkinci olarak, bu kriz karşısında geliştirilen alternatiflerin eleştirel bir değerlendirmesini yaparak, son kısımda müşterekler perspektifinin bu tartışmaya yapabileceği katkılar üzerinde duracağım.

Devamı için tıklayınız.

Küresel Hareket Döngüleri ve MüşterekleÅŸtirme Hareketleri â€" Begüm Özden Fırat

Müşterekler, bugün oldukça muğlak hatta birbiriyle çelişecek şekillerde kullanılan, çok işlevli ve gittikçe popülerleşen bir kavram. Türkiye'de özellikle Gezi'den sonra, hem toplumsal hareketlerin hem de akademik alanın eleştirel söz dağarcığı içerisine giren kavram, neredeyse bir "boş gösteren" haline gelmiş vaziyette. Kimi zaman belirli bir topluluğun ortak sosyo-kültürel değerlerini ifade edecek şekilde; bazen de "hak" kavramıyla eşanlamlı olarak kullanılıyor. Kooperatifçilik tartışmalarından, toplumsal yeniden üretim alanında özyönetimci kurumların inşasına, doğal kaynakların piyasalaştırılmasına karşı mücadelelerden, kentsel mekânın metalaşmasına karşı ortaya çıkan pek çok hareketi tanımlamak için müşterekler kavramı işe koşuluyor.

Öte yandan, kavram son on yılda Dünya Bankası'ndan çeşitli STK ve GONGO'lara kadar farklı kurumlar tarafından da dile getiriliyor. Bu "liberal" müşterekler yaklaşımı, su, orman, toprak gibi doğal kaynakların "iyi yönetiminin," piyasa için kârlı olacağı; kapitalizmin yarattığı toplumsal çözülme ve ekolojik yıkıma set çekeceği iddiasına dayanıyor. Zira, bugün, sermaye açısından müşterek alanların temellük edilmesi bir iktisadi bir gereklilik olduğu kadar, bu gaspların yarattığı toplumsal ve ekolojik krizin aşılması için müştereğin kapitalist kurumlarının yaratılması da bir zorunluluk haline gelmiş durumda. "Müşterekler tamiratı" olarak adlandırılan bu süreç, müştereklerin sistem tarafından emilip onun bir parçası haline getirilmesi anlamına geliyor (de Angelis, 2017).

Oysa, 1990'larda müşterekler kavramı üzerinden dönen politik tartışmalar, ürettiğimiz her türlü toplumsal değer ve ilişkiye el koyan kapitalist değerlendirme süreçlerine karşı, antikapitalist değer, norm ve toplumsal ilişkiler üretme potansiyelimizi gündeme getiriyordu. Müşterekler, öncelikle ve özellikle toplumsal yeniden üretim alanında kapitalist sistemden otonomlaşmaya dayanan "toplumsal bir devrim" öngörüyordu. Bu yüzden, "sermayenin müşterekleri" ve toplumsal müşterekler arasında süregiden bu hegemonya mücadelesi, müşterekleri "alternatif değer pratiklerinin çarpıştığı" antagonistik mücadelenin kritik bir mecrası olarak kavramamızı gerektiriyor (de Angelis ve Harvie, 2018: 127).

Yazıda, müşterekler mefhumunun 1990'ların başından 2000'lere kadar süren karşı küreselleşme hareketi ve Arap Baharı ve "meydan/işgal hareketlerini" içerecek şekilde 2010-2013 küresel hareket dalgası içerisindeki tarihsel seyrini haritalamaya çalışıyorum. Bu derleme için benden dünyada müşterekler hareketleri üzerine bir katkı sunmam istendiğinde, kendi kuşağımın öznesi olduğu iki küresel hareket dalgasına, odağına müşterekleri alacak şekilde geniş bir perspektiften bakan bir yazının uygun olacağını düşündüm. Böylesi bir perspektif her iki hareket dalgasının pek çok önemli niteliğini ve politik/teorik tartışmasını dışarıda bıraktığı için elbette eksik kalıyor. Yine de, bu iki küresel hareket dalgasını merkezine müşterekleri alacak biçimde okumanın, neoliberal küreselleşmeye karşı gelişen bu hareketlerin içsel bağlarını, ortaklıklarını ve sınırlarını görmek açısından verimli olacağını düşünüyorum. Bu şekilde, yazının müşterekleri toplumsal mücadele pratiklerinden neşet ettiği şekliyle ve tarihsel mücadelelerin perspektifinden anlamlandırmasını hedefliyor; hareketlerin günümüzdeki sıkışmasını anlamak için bir başlangıç olmasını umuyorum.

Devamı için tıklayınız.

Ä°stanbul'da Kentsel Muhalefet ve Müşterekler Politikası â€" Fırat Genç

İstanbul'da yaşayanlar 2000'li yıllarda şehirlerinin giderek artan bir hızla dönüştüğüne tanıklık ettiler. Konut alanlarından kamusal mekânlara, ulaşım altyapısından doğal varlıklara kentsel mekânın bütününü etkileyen, dolayısıyla kentsel deneyimi topyekûn yeniden tanımlayan bu dramatik dönüşüm süreci, AKP hükümetlerinin bu dönemde benimsediği ekonomik, politik ve kültürel stratejilerin sonucunda ortaya çıktı (Bartu Candan ve Özbay, 2014). Şüphesiz bu, ulusal çapta yaşanan bir dönüşümdü. Fakat İstanbul, önceki benzer dönemlerde olduğu gibi, bu sürecin en yoğun biçimde yaşandığı şehir oldu. Diğer yandan bu dönemde İstanbul'da kentsel muhalefet pratikleri kayda değer bir canlanma gösterdi. Gündelik hayatı doğrudan etkileyen müdahalelerin neden olduğu eşitsizlik ve adaletsizlik hissi, nihayetinde kolektif bir tepkinin doğmasına ve böylelikle bizatihi şehir mekânının ve hayatının giderek daha fazla toplumsal/politik çatışmanın konusu haline gelmesine neden oldu. Benimsenen ekonomik büyüme modelinin tetiklediği imar faaliyeti, kentsel nüfusun önemli bir kesiminin arzularını kışkırtır ve böylece AKP iktidarının hegemonyasının en başat unsurlarından birini teşkil ederken, eşzamanlı olarak farklı kentsel çatışma başlıklarını muhalif politik söz dağarcığının parçası haline getirdi. Böylelikle İstanbul bağlamında kentsel siyasetin hem kapsamı hem de ölçeği değişmiş oldu. Önceki dönemlerde kentsel siyasetin gündemine giren başlıklara yenileri eklenirken, bu gündemlerin taşıyıcısı olan failler çeşitlendi (Kolluoğlu, 2014; Yalçıntan ve Çavuşoğlu, 2013; Ünsal, 2014; Çelik, 2017).

Aktörleri, talepleri, eylem repertuarları ya da söylemsel stratejileri farklılıklar göstermekle birlikte bu dönemde ortaya çıkan direniş pratikleri arasında ortaklıklar tespit etmenin, dolayısıyla İstanbul bağlamında kentsel toplumsal hareketlerin belirli bir kuşağından bahsetmenin mümkün olduğu kanısındayım. Bu yazıdaki temel gayem de AKP döneminde hayat bulan direniş pratiklerine odaklanarak bahsettiğim kuşağı tasnif etmek ve anlamlandırmak. Böylesi çetrefil dinamiklere sahip bir şehirde, bu denli geniş bir tarihsel aralık için noksansız bir derlemenin mümkün olmadığı açık. O nedenle küçüklü büyüklü her türden direniş pratiğini kapsamaya çalışan bir liste ortaya koymaktansa sınırları belirli bir tartışmanın içinde kalmayı öneriyorum. Bunun için de kentsel müşterekleri odağına alan bir kavramsal çerçeveden yola çıkıyorum.[1] Sonuç olarak bu türden bir kavramsal çerçevenin, yakın zamanlı kentsel hareketleri açıklamak, dahası bu hareketlerin seyrine ilişkin bir politik stratejik hat tarif etmek için kullanışlı olduğunu öne sürüyorum.

Devamı için tıklayınız.

Dayanışma Akademileri Müştereklerin Neresinde Duruyor? â€" Can Irmak Özinanır

Bu makalede Barış İçin Akademisyenler'in "Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı metnini imzalamaları sonucu başlayan tasfiye sürecinin ardından ortaya çıkan Dayanışma Akademileri ve Sokak Akademisi gibi örgütlenmelerin, müşterekler politikası açısından yeni bir biçim yaratıp yaratamayacağı, olanakları ve sınırlılıkları tartışılacaktır. Bu amaç doğrultusunda öncelikle üniversitelerin bilgi ile ilişkisi açısından kısa bir tarihsel perspektif sunulmaya çalışılacak ve neoliberal dönüşümle üniversitelerde gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeye çalışılan değişim tartışılacaktır. Ardından AKP döneminde üniversitelerde yaratılmaya çalışılan ve OHAL döneminde KHK'ler aracılığıyla büyük oranda gerçekleştirilen dönüşüm özetlenmeye çalışılacaktır. Bu süreçte ortaya çıkan dayanışma akademilerinin nasıl bir mücadele pratiği ortaya koyduğu ve bunun nereye evrilebileceği, özellikle gelişimine daha yakından şahit olduğum Ankara Dayanışma Akademisi üzerinden anlatılacaktır.

Devamı için tıklayınız.

Göçmen Dayanışma Hareketlerini Müşterekler İçinde Düşünmek â€" Lülüfer Körükmez

2018 yılı henüz tamamlanmadan çeşitli sebeplerle hayatını yitiren göçmenlerin[1] sayısı, 2.806 olarak belirtilmektedir. 2017 yılında ise bu rakam 6.163[2] idi ve bunun yaklaşık yarısını Akdeniz'i geçmeye çalışırken yaşamanı yitirenler oluşturuyordu. Ölüm riskini atlatabilenler ise açlık, susuzluk ve hastalıkla baş başa bırakılarak açık sularda gemilere terk edilebiliyor. Bütün bunlar dünyanın gözleri önünde apaçık gerçekleşiyor ve çoğu zaman bu durum sadece talihsiz kazalar, üzücü olaylar, şanssız insanlar olarak görülüyor.

Yakın veya uzak mesafeler arasında gerçekleşen insan hareketliliğinin, sınırların geçilmesi etkinliği olarak çerçevelenmesiyle, hukuki, politik, ekonomik ve kültürel öznellikler üretildi. Bu öznelliklere ise, politik ve coğrafi konjonktürün bir araya gelmesiyle yeni bir politik söylem eşlik etmektedir. Söz konusu söylem, 'sınır', 'göç' ve 'kriz' anahtar kelimeleri etrafında örülüyor. Ege Denizi'nin ve özellikle Akdeniz'in yüzlerce kişi için mezar olduğu gerçeği bir kenara bırakılarak, söz konusu denizler yoluyla Avrupa ülkelerine yönelen göç akışı işaret edilerek, bir Avrupa fikri de anahtar kelimeler arasındaki yerini alıyor (Casas-Cortés vd., 2015; De Genova vd., 2016; Sigona 2017). Kitlesel ve kitlesel olmayan ancak sürekli göç akışını üreten politik ve ekonomik koşulların sebepleri bir yana, 'illegal'[3] göçmen özneleri üreten sınır rejimlerinin, vize, iltica ve/veya sığınma başvuru koşulları ve uygulamalarının, Akdeniz'de, Ege'de ya da dünyanın başka yerlerinde ölümlere sebep veriyor oluşu sınır, göç ve krizden daha az tartışılıyor. Yine, 2016 yılında Türkiye- Avrupa Birliği arasında yapılan Mülteci Anlaşması, bahsi geçen rejim ve uygulamaların bir örneğidir.[4]

Avrupa ülkelerine ulaşmak için deniz yolunu tutanların aldığı risk, sadece güvenlik önlemleri olmaksızın kalabalıklar halinde denizi geçme çabasından ibaret değil. Botların bıçaklanarak veya ateş edilerek batırılması, motorlarının kırılması ve usulsüz geri itme ve geri çekmelere maruz kaldıkları raporlanmaktadır.[5] Ayrıca, açık denizde arama ve kurtarma çalışması yapan insani yardım kuruluşlarına yönelik artan kontrol, baskı, kriminalleştirme ve hatta saldırılar,[6] Avrupa'nın sınırlarda ördüğü duvarın hukuki, bürokratik, askeri, retorik ve biyopolitik harcını göstermesi bakımından da dikkat çekicidir. Elbette ve maalesef, söz konusu saldırılar, devletlerin sert sınır politikaları ve uygulamaları sadece Ege ve Akdeniz'le sınırlı değil; Avrupa'nın kara sınırları da dahil olmak üzere dünyanın hemen her yerinde benzer uygulamalar görülüyor.

Devletlerin sınırları yükseltme ve dışlayacağı/içerleyeceği kişileri seçme üzerine kurulu sistemi, bütün bu ölümlere yol açmaktadır. Bir başka deyişle, uluslar biçiminde örgütlenmiş uluslararası sistemin (Walters, 2002) kendisi, bir sınır geçme ve dolayısıyla göçmen üretme sisteminin kendisidir. Sınırlarla çerçevelenmiş politik coğrafyanın üyelik sistemi olarak vatandaşlık da bunun tamamlayıcı öğesini oluşturmaktadır.

Bu makale, müşterekler siyaseti içinde göçmenlerin yerini tartışmayı amaçlamaktadır. Spesifik olarak, göçmenlerle dayanışma hareketleri ve bu hareketlerin müşterekler siyaseti içinde nasıl konumlanacağına odaklanmaktadır. Bu nedenle, öncelikle yukarıda sadece ölümcül sonuçlarından birkaç örnek ve sayı verilen, esasen göçmen olan ve olmayan, içerlikli ve dışarlıklı, hak sahibi ve hak sahibi olmayan ayrımlarını üreten politik sisteme bakmak gerekmektedir.

Bu sebeple çalışmanın ilk bölümünde, göçü müşterekler içerisinde nasıl tarif edebileceğimiz ele alınacaktır. Ardından ise göçmen dayanışma hareketleri ve bu alanda çalışan ağlardan ikisi Halkların Köprüsü Derneği ve Kapılar Dayanışma ele alınacak.

Devamı için tıklayınız.

Gıdanın Müşterekler Siyaseti â€" Umut Kocagöz

1. Gıdanın Müşterekliği ve Gıda Sistemi

Canlıların yaşamsal faaliyetinin temelinde yatan beslenme, günümüz dünyasında "gıda sorunu" olarak karşımıza çıkıyor. Tarih boyunca yeterlilik, sürdürülebilirlik, kitlesel açlıklar ve kırımlar üzerinden şekillenen ve tanımlanan gıda sorunu, insanların kurduğu medeniyetlerin sonuncusu olan kapitalist dünyada, bu dünya gibi gelişmiş eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin de yeniden üretilmesinde önemli bir pay teşkil ediyor. Gıda, günümüzde çok çeşitli biçimlerde konuşulan bir meseledir: Tarımsal üretimden toprak sorununa, market raflarındaki ürünlerden sofraya, paketlemeden etiketlemeye ve sertifikalandırmaya, bir çok mesele, "gıda" başlığı altında konuşulmaktadır.

Beslenmeyi en basit anlamıyla karnın doyması ve yaşamsal fonksiyonların yerine getirilmesi olarak düşünmek eksik olacaktır. Canlıların sağlığını koruyan ve onaran, onlara güç ve enerji veren bir faaliyet olarak beslenme yaşam hakkının vazgeçilmez bir parçasıdır. Dolayısıyla, beslenme esasında sağlıklı beslenmeyi, sağlıklı beslenme de sağlıklı gıdalar ile beslenmeyi beraberinde düşünmeyi zorunlu kılar.

Sağlıklı gıda, herkes için bir zorunluluk olarak tanımlandığında, gıdayı müşterek olarak düşünmenin imkânı ortaya çıkar. Ancak bu imkân ilk bakışta çok kolay belirmez. Nihayetinde üretim, işleme, dağıtım ve tüketim gibi devasa ilişkiler çerçevesinde gerçekleşen gıda hadisesi, içinde mülkiyet ilişkilerini, metalaşmayı, ticareti ve tüketimi barındırır. Diğer yandan gıda kullanım değeri üzerinden belirlenir; besler, doyurur, tüketilir. Bu geniş kapsamda baktığımızda, gıdayı müşterekler çerçevesinde düşünebilmemizin ilk temel koşulu onu yalnızca bir tüketim nesnesi olarak düşünmeyen, metalaşma süreci boyunca kat edilen bütün ilişkileri hesaba katan daha bütünlüklü bir kavrayışı zorunlu kılar (Akbulut, 2015). Önerdiğimiz bu bakış açısında "gıda" olarak adlandırılan şey bir süreçtir. Toplumsal ilişkiler içinde kurulan ve anlam kazanan bu süreci anlamak için, her tekil gıda ürünü arkasındaki toplumsal-politik ilişkileri takip etmemiz gerekir.

Gıdanın müşterekliğini gıdayı bir süreç olarak tanımamızı sağlayan ilişkiler çerçevesinde ve bu ilişkiler içerisinde yer alan (oluşan) aktörler üzerinden düşünebiliriz. Dolayısıyla gıda, gıdanın üretim, işleme, dağıtım ve tüketim süreçlerini bir bütün olarak, yani bir gıda sistemi olarak düşünmemizi gerektirir. Gıda sistemini, yani gıda etrafında ortaya çıkan bütün ilişkileri ve aktörleri sorunsallaştırmak bize gıdanın müşterekliğini düşünme imkanı verecektir. Dahası, gıda sisteminde yaşanan şirketleşme ve metalaşma ilişkilerine karşı gelişen müşterekleştirme pratiklerini yine bu bağlamda görme ve anlama imkanımız bulunmaktadır.

Devamı için tıklayınız.

Suyun Müşterekler Siyaseti â€" ÖzdeÅŸ Özbay

Müşterekler kavramı Garret Hardin'in 1968 yılında yazdığı "Müştereklerin Trajedisi" makalesinden 1990'lı yıllara kadar daha çok akademik bir tartışma olarak kaldı. Ancak 1980 yılında küresel çapta uygulanmaya başlanan neoliberal politikaların son derece 'trajik' olan sonuçlarının 1990'larda hissedilir olması özellikle su meselesi etrafında toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Neoliberal politikalar "başka bir alternatif yok" mottosu ile kamunun hantal ve kalitesiz hizmet sunduğu anlayışına dayanarak uygulanıyordu. Buna karşı daha yenilikçi ve etkin olduğu düşünülen özel şirketler ve piyasa uygulamaları, hizmet kalitesini arttırmanın tek yolu olarak anlatıldı. Özellikle su meselesinde bu anlayışın en net uygulamalarını yaşadık. Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar su hizmetlerinin ya doğrudan özel işletmelere ya da kamu-özel işbirliğine bırakılması politikalarını tüm dünyaya dayatıyordu. Bu uygulamaların yanı sıra göllerin, nehirlerin, yer altı sularının da kullanım hakları artan bir hızla şirketlere veriliyordu. Ancak kısa sürede bu girişimler başarısız oldu. Ortaya çıkan sosyal ve ekonomik sorunlar nedeniyle neoliberal su politikalarına karşı çıkan hareketlerin doğması da gecikmedi.

Müşterekler siyaseti de su hakkı mücadelelerinin yükseldiği dönemle eş zamanlı olarak neoliberal politikalara karşı yükselişteydi ve çoğu kez bu iki mücadele iç içe gelişti. Su hakkı, nasıl suyun metalaştırılmasına ve ticarileştirilmesine karşı suyu bir hak olarak görüyorsa, müşterekler siyaseti de hemen her alanda yaşanan metalaştırmaya karşı su, toprak, denizler, ormanlar gibi ekolojik müştereklerin metalaştırılmaması için mücadele veriyordu. Bu hareket başlangıçta özel mülkiyetin alanı olmayan ekolojik varlıkların özel veya kamu eliyle çitlenmesine ve metalaştırılmasına karşı, bu ekolojik varlıkların herkesin müştereği olduğu üzerinden ortaya çıktı. Ancak zamanla müşterekler siyasetinin alanı genişledi. Neoliberal politikaların hemen her alanda sosyal hizmetlere yönelik saldırılarına karşı eğitim, sağlık, ulaşım gibi kamusal hizmetlerin de toplumun bir müştereği olduğu kabul görmeye başladı. Bunun yanı sıra kentlerde yaşanan soylulaştırma ve kentsel dönüşüm uygulamalarına karşı kent müştereği hareketleri de ortaya çıktı. Su meselesi de hem ekolojik bir müşterek hem de kentlerde su hakkı mücadelesi olarak müşterekler siyasetinin önemli bir alanı olageldi.

Bu kitaptaki çeşitli makalelerde vurgulanmış olmasına rağmen burada da bir kez daha müşterekler siyasetinin bir yanda piyasacı özel mülkiyet ilişkilerini redderken bir yandan da bürokratik devlet mülkiyetini reddettiği hatırlatmak gerekiyor. Özellikle günümüzde neoliberal devletin kendisi ve yerel yönetimler bizzat bir şirket mantığıyla yönetildiği için müşterekler siyaseti devleti redderken bugüne kadar elde edilmiş sosyal hakların tırpanlanmasına karşı da mücadele ediyor. Ancak bu noktada kamunun ne şekilde müşterekler siyasetine dahil edileceği bir tartışma olarak var olmaya devam ediyor. Dolayısıyla su müştereği söz konusu olduğunda su varlıklarının korunması kadar, su hakkı talebinin bir gereği olarak su hizmetlerinin de kamusal kaynaklarla sağlanması müşterekler siyaseti açısından ufuk açıcı deneyimlere sahip.

Su hakkı mücadeleleri Hindistan'dan Brezilya'ya kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılan bir mücadele alanı. Bu mücadelelerin en önemlilerini daha önce bir başka makalede anlatmaya çalışmıştım (Özbay, 2017). Bu makalede ise su hakkı mücadeleleri arasında suyu bir müşterek olarak tanıyan ve suyun müşterekliğini toplumsal hareketlerin gündemine sokan iki önemli mücadeleye, İtalyan Su Hareketleri Forumu ve Cochabamba Su Savaşları'na odaklanacağım. Ardından da toplumsal hareketlerin aşağıdan mücadelesi sonucu suyu müşterek olarak tanıyan belediyecilik deneyimlerine yer vereceğim.

Devamı için tıklayınız.

Barselona'da Müşterekler Deneyi â€" Luke Stobart

2017 yılının Haziran ayında dört kıtadan gelen belediye başkanları, meclis üyeleri ve aktivistler yeni belediye politikaları üzerine ilk defa düzenlenen uluslararası zirveye katıldılar. Korkusuz Şehirler (Fearless Cities) adlı etkinliğin Barselona'da ve Barselona kent hükümetini (Belediye Yönetimi) yöneten hareketin aktivistlerinden oluşan bir platform olan Müşterek Barselona (Barcelona en Comu- BeC) tarafından düzenlenmesi tesadüf değil. Gerçekten de Müşterekler[1] (Commons), neoliberalizme ve sağcı popülizme alternatif arayanlar için bir referans noktası haline geldi. Bu durumun nedenleri hareketin kökenleri (Belediye Başkanı Ada Colau konut hareketi İpotekten Etkilenenler Platformu'nun (PAH) kamusal yüzüydü) ve platformun kurulmasından sadece birkaç ay sonra seçimleri kazanmış olmasıdır. Ayrıca platform, siyasetin daha katılımcı ve yenilikçi yollarla yapılabileceğini de göstermiş oldu.

Başkanlık kazanıldıktan sonra çok sayıda pratik değişiklik yapıldı. Aşırı yükselen faturaları ödeyemeyenlerin elektriklerini kesen şirketlere yanıt olarak, Belediye Yönetimi[2] kamuya ait (ve sürdürülebilir) bir enerji yönetimi şirketi oluşturdu. Kontrolden çıkan turizmin, kiraları çok sayıda kent sakininin ödeyemeyeceği kadar artırması sebebiyle Belediye Yönetimi bu güçlü sektörü denetim altına almaya karar verdi.

Bu makale, bunun gibi olumlu deÄŸiÅŸikliklerin nasıl ortaya çıktığını ele almaktadır. Ancak aynı zamanda üç yıldır iktidarda olan Müşterek Barselona'nın sınırlılıklarını da dikkatle incelemektedir. Barselona'daki genel görüş â€"geniÅŸ bir toplumsal hareket yelpazesi adına sözcülerinin de dile getirdiÄŸi gibiâ€" bugüne kadarki dönüşümlerin eÅŸitsiz ve yavaÅŸ olduÄŸu ÅŸeklindedir.[3] Sonuç olarak, projeye olan ilgi (ve katılım) azalmıştır. Müşterekler deneyi üzerine yapılacak ciddi bir deÄŸerlendirme, bunun neden böyle olduÄŸunu inceleyip açığa çıkarmalıdır ki burada yapılmaya çalışılan da aynen budur.

Colau, diğer belediye başkanlarının muhafazakâr İspanyol hükümetini daha fazla mülteciyi kabul etmeye zorlamasını sağladı. Kamu ihaleleri artık, 'sosyal ekonomiye' ait olan, kooperatifler dahil daha iyi çalışma koşulları sunan veya daha fazla sayıda kadın ve engelli çalışanı istihdam eden firmaları destekliyor (Blanco, Salazar ve Bianchi, 2017). Belediyenin mevcut olanakları, öz-yönetimli sosyal ve kültürel projeler için çeşitli topluluklara tahsis ediliyor (Junqué ve Shea-Baird, 2018: 145). Kadınlara yönelik hizmetler belediyeleştirildi ve tüm diğer politikaların kadınlar üzerindeki spesifik etkileri de inceleniyor (Pérez, 2018: 36). Özellikle gelecekte, belediye meclisinde (belirli bir sayıda imza topladıktan sonra) yasa teklifleri sunabilmeleri için kent sakinleri ve diğer derneklere yönelik mekanizmalar geliştiriliyor. Bu tür mekanizmalar sayesinde Müşterek Barselona, neoliberalizmi farklı derecelerden otoriter biçimlerini tek seçenek olarak sunan mevcut politik sistemin dışında başka pratik alternatiflerin de söz konusu olduğunu gösteriyor.

Bu yazı ilk olarak toplumsal hareketlerin projeyi nasıl mümkün kıldığını belirliyor. Daha sonra ise geliÅŸimini etkileyen teorilere odaklanıyor. Ardından, Müşterek Barselona'nın nasıl organize olduÄŸuna ve -konut ve turizm alanındaki önemli meselelere odaklanarakâ€" uygulamalarını nasıl analiz ettiÄŸine dair kısa bir tarihçe ve açıklama sunacağım. Son olarak da, hareketlerle ve kurumlarla mevcut iliÅŸkilerinin nasıl karışık sonuçlara yol açtığını ve baÅŸka türden politik stratejilere ihtiyaç olup olmadığını sorgulayacağım.

Devamı için tıklayınız.

 

Facebook Twitter Email WhatsApp Telegram Google+ Pocket
 

 

Su Hakkı Kampanyası bülteni - Türkiye'de Müştereklerin Savunulması ve Kazanılması - Aralık 2018
E-postayi duzgun goruntuleyemiyorsaniz, buraya tiklayin... | Üyelik işlemlerini buradan, abonelik iptalini ise buradan gerçekleştirebilirsiniz.
You can click here to view the page in web | You can view your membership status here and you can cancel your subscription here.

Su Hakkı Kampanyası

Türkiye'de Müştereklerin Savunulması ve Kazanılması

Kitabı bu bağlantıdan PDF formatında edinebilirsiniz.

Teoriden Mücadeleye Müşterekler Siyaseti
Doç. Dr. Bülent Duru 
Prof. Dr. Aykut Çoban 
Doç. Dr. Ümit Akçay 
Doç. Dr. Begüm Özden Fırat 
Dr. Fırat Genç 
Can Irmak Özinanır 
Dr. Lülüfer Körükmez 
Umut Kocagöz 
Dr. Özdeş Özbay
Luke Stobart 

Sivil ve Ekolojik Haklar Derneği 
Kasım 2018, İstanbul 
Yayına Hazırlayanlar: Erkin Erdoğan, Nuran Yüce, Özdeş Özbay

FacebookFacebook'ta Paylaş
TwitterTweet Gönder

Su Hakkı Kampanyası'nın bu bülteninde yıl içinde Müşterekler üzerine yayınladığımız tartışma makalelerini bulabilirsiniz. Bu tartışma makaleleriyle Türkiye'de müştereklerin savunulmasına dair deneyimleri daha görünür kılmayı ve dünyadan da örneklerle müşterekleri nasıl kazanabileceğimize dair bir perspektifin geliştirilmesine katkı sunmayı amaçlıyoruz.

İçindekiler:

Teoriden Mücadeleye Müşterekler Siyaseti - Önsöz

Müşterekler kavramı ilk kez ortaya atıldığı 1968'den bu yana hem etkilediği kesimler açısından hem de kavramsal içeriği açısından büyük değişim gösterdi. Sosyal refah devletinin sonuna yaklaşıldığı ve 68 hareketinin yükseldiği bir dönemde Garret Hardin'in kaleme aldığı Müştereklerin Trajedisi başlıklı makale, esas olarak 1980 sonrası yaşanan neoliberal dönemde daha bir anlam kazandı. Bu, müştereklerin mülkiyet ilişkilerinin dışında bırakılmasının onları yok edeceği iddiasına dayanıyordu. Hardin, 1978'de yazdığı Political Requirements for Preserving our Common Heritage makalesinde de zaten açıkça 'kalabalıklaşan dünyada bir dış baskı gücüne' ihtiyaç olduğunu yazıyordu. Dolayısıyla Müştereklerin Trajedisi'nde de bahsettiği üzere esas meseleyi dünya nüfusunun artışında görüyor ve müşterekleri korumanın yolunun nüfus artışını zorla sınırlandırmaktan ve müşterekleri özel veya kamu mülkiyeti içerisine almaktan geçtiğini söylüyordu. Hardin'in bu yorumuna en önemli itiraz, 2009 yılında Nobel İktisat Ödülü'nü kazanan Elinor Ostrom'un çalışmalarıydı. Ostrom önemli bir itiraz dile getirmişse de bu tartışma esas olarak akademik bir düzlemde sürüyordu.

(...) Bu kitabın editörleri Türkiye'de uzun zamandır Su Hakkı Kampanyası'nı yürütmekte olan aktivistlerdir. (...) Su sorununu su krizine dönüştüren ve küresel düzeye yaygınlaştıran neoliberal politikaları, sorunun iklim değişikliği ve kapitalizmle olan bağlantısını ele aldığımız yayınlarımızın her birinde dünyada ve Türkiye'de bu soruna karşı verilen mücadelelerin deneyimlerine yer ayırdık. Ne tek başına var olan ne de tek başına ilerleyen bir sorun olarak ele alınabilecek su sorununda, bireysel çözümlere değil kolektif çözümlere ihtiyacımız olduğunu dile getirdik ve bu doğrultuda talepler ifade ettik. İtalya'daki su hareketinin kullandığı "su olarak yazılır demokrasi olarak okunur" sloganı bizim de mottomuz oldu. 2018 yayın döneminde Açık Radyo'da sunduğumuz Su Müştereği programımızın jingle'nda da bu slogana yer verdik. Kampanyamızda su hakkı mücadelesini antikapitalist bir müşterekler siyasetinin en önemli parçalarından biri olarak gördük ve anlattık. Bugüne kadar su hakkı mücadelesi içerisinde biriktirdiğimiz deneyimlerimize dayanarak hazırladığımız bu yayının da Türkiye'de toplumsal muhalefetin giderek daha fazla gündemine giren müşterekler siyasetine katkı sunacağını umuyoruz.

Devamı için tıklayınız.

Müşterekler Nedir? Doğal, Kentsel, Sosyal Müşterekler ve Kentsel Toplumsal Hareketlere Etkileri Üzerine – Bülent Duru

Müşterekler üzerinden kaynaklanan toplumsal hareketleri konu edinen bu çalışmada kent yaşamında birlikte yararlanılan, ortaklaşa kullanılan, herkesçe paylaşılan varlık, değer ve olanakları savunma için geliştirilen tepkilerin özgürlükçü, katılımcı, adaletçi bir yönetim biçimine erişme sürecine nasıl bir katkı sunabileceği çözümlenmeye çalışılacaktır. Bu doğrultuda önce 'müşterekler' biçiminde Türkçe'ye kazandırılan kavramın içeriği, kapsamı ve anlattıkları üzerine bir giriş yapılacak, ardından bu nitelikteki varlık ve değerlerin içinde bulunduğu durum sergilenecek, sonra kentsel müştereklerden doğan hareketler niceliksel ve niteliksel olarak ortaya konulacak, en sonunda da kentsel müşterekler için arzulanan ortaklaşmacı, katılımcı hareketlerin, girişimlerin, deneyimlerin yaşadığı sorunlar ve sunduğu olanaklar üzerinde durulacaktır.

Özellikle son dönemde siyasal, hukuksal ve yönetsel açıdan izlenen politikalarla kent-kır ayrımının belirsizleşmeye, nicelik ve nitelik olarak aralarındaki uzaklığın azalmaya ve her iki alandaki olumsuz gelişmelerin birbirini etkisi altına almaya başlamasından dolayı yazı ekolojik varlıklar ve kentsel alanlardan kaynaklanan müşterekleri kapsayacak biçimde kaleme alınmıştır.

Devamı için tıklayınız.

Ekolojik Ortaklaşımlar (Müşterekler) ve Türkiye'de Uygulanan Çitleme Politikaları – Aykut Çoban

Müşterekler (ortaklaşımlar, the commons) körün fili tanımlamasına benzer bir içeriğe büründürüldü. Bu sayede kavram yaygın bir popülerlik de kazandı. Ama herkesin dilediğince anlam yüklediği bir 'kavramla' bilimsel bir tartışma yürütmek olanaksız. Kaldı ki aynı kavramdan yola çıkan Ostrom Hardin'den, Marksistler ise her ikisinden de perspektiflerini ayırıyorlar. Oysa bu gibi kuramsal ayrımları vurgulayan metinlerde bile zaman zaman ortaklaşım 'herkesin serbestçe kullandığı kaynak' anlamına indirgenmektedir. İsteyen böyle de yaklaşabilir ama dönüp dolaşıp Hardin'in görüşü ortaklaşım olarak önümüze konulacaksa kuramsal ayrımlarla uğraşmanın hiç gereği de yok.

Ortaklaşım ve çitleme ikiz kavramlar. Ortaklaşımı nasıl kavramlaştırdığımız, çitlenenin belirlenmesini sağlar. Çitleme emekçi toplulukların ortaklaşımının ellerinden alınmasıyla ilgili. Ortaklaşım olan durumda, sermayenin genellikle devletin yardımıyla gerçekleştirdiği el koyma eylemidir çitleme. Bunun yanında, ortaklaşımın bulunmadığı ama halkın/herkesin kaynağa serbest erişimi durumunda gerçekleştirilen el koymayı, ortaklaşıma dönüştürme olasılığı ve potansiyeli yok edildiği için çitleme etkisi olarak adlandırıyorum.

Yazıda önce ortaklaşım kavramı ve kuramları üzerinde durulacak. Ortaklaşım, çitleme ve çitleme etkisi açıklığa kavuşturulacak. Tartışma, yazının konusuna uygun olarak ekolojik ortaklaşımlara odaklıdır. Daha sonra Türkiye'deki çitleme ve çitleme etkisi yaratan yasal düzenlemeler ve uygulamalar incelenecek. Örnekler arasında meralar, yaylalar, ormanlar, sular ve kıyılar bulunuyor.

Devamı için tıklayınız.

Kapitalizmin Krizi ve Müşterekler – Ümit Akçay

İhtiyaç karşılamanın, kâr etmenin bir aracı olarak tasarlandığı günümüz toplumsal ve ekonomik sistemi derin bir yapısal krizde. Bu yapısal kriz, kimi zaman finansal çöküşlerle, kimi zaman yükselen piyasa ekonomileri krizi ile, kimi zaman da otoriterizmin yükselişi ile ortaya çıkıyor. Ancak pazılın farklı parçaları olarak görülebilecek bu ekonomik ve siyasi sorunlar uzunca bir süredir, yapısal krize neden olan ilişki biçimini, bunu doğuran toplumsal güç ilişkilerini ve nihayetinde de ekonomi politikalarını değiştirecek bir etkide bulunamıyor. Dünya genelinde toplumsal muhalefet ve özellikle işçi sınıfı, sermayenin saldırıları karşısında, egemen sınıfları geriletebilmiş yanıtlar henüz geliştirebilmiş değil. Hatta dünya genelinde yükselen otoriterizm dalgası karşısında toplumsal muhalefet giderek geriliyor.

Bu yazıda, XXI. yüzyılın ilk ve şimdilik en büyük krizi olan 2007-8 küresel finansal krizi bağlamında, kapitalist toplumsal ilişkilerin ötesine geçebilecek alternatiflerin neler olabileceği tartışmasına müşterekler perspektifinden bakarak yapılabilecek bazı katkılar üzerinde duracağım. Bu amaçla ilk olarak kısaca güncel kriz konjonktürünü açıklamak üzere, 2007-8 küresel finansal krizinin nedenlerine, krizden çıkış için uygulanan ana akım ekonomi politikalarına ve bunun kısa dönemli sonuçlarına değineceğim. İkinci olarak, bu kriz karşısında geliştirilen alternatiflerin eleştirel bir değerlendirmesini yaparak, son kısımda müşterekler perspektifinin bu tartışmaya yapabileceği katkılar üzerinde duracağım.

Devamı için tıklayınız.

Küresel Hareket Döngüleri ve Müşterekleştirme Hareketleri – Begüm Özden Fırat

Müşterekler, bugün oldukça muğlak hatta birbiriyle çelişecek şekillerde kullanılan, çok işlevli ve gittikçe popülerleşen bir kavram. Türkiye'de özellikle Gezi'den sonra, hem toplumsal hareketlerin hem de akademik alanın eleştirel söz dağarcığı içerisine giren kavram, neredeyse bir "boş gösteren" haline gelmiş vaziyette. Kimi zaman belirli bir topluluğun ortak sosyo-kültürel değerlerini ifade edecek şekilde; bazen de "hak" kavramıyla eşanlamlı olarak kullanılıyor. Kooperatifçilik tartışmalarından, toplumsal yeniden üretim alanında özyönetimci kurumların inşasına, doğal kaynakların piyasalaştırılmasına karşı mücadelelerden, kentsel mekânın metalaşmasına karşı ortaya çıkan pek çok hareketi tanımlamak için müşterekler kavramı işe koşuluyor.

Öte yandan, kavram son on yılda Dünya Bankası'ndan çeşitli STK ve GONGO'lara kadar farklı kurumlar tarafından da dile getiriliyor. Bu "liberal" müşterekler yaklaşımı, su, orman, toprak gibi doğal kaynakların "iyi yönetiminin," piyasa için kârlı olacağı; kapitalizmin yarattığı toplumsal çözülme ve ekolojik yıkıma set çekeceği iddiasına dayanıyor. Zira, bugün, sermaye açısından müşterek alanların temellük edilmesi bir iktisadi bir gereklilik olduğu kadar, bu gaspların yarattığı toplumsal ve ekolojik krizin aşılması için müştereğin kapitalist kurumlarının yaratılması da bir zorunluluk haline gelmiş durumda. "Müşterekler tamiratı" olarak adlandırılan bu süreç, müştereklerin sistem tarafından emilip onun bir parçası haline getirilmesi anlamına geliyor (de Angelis, 2017).

Oysa, 1990'larda müşterekler kavramı üzerinden dönen politik tartışmalar, ürettiğimiz her türlü toplumsal değer ve ilişkiye el koyan kapitalist değerlendirme süreçlerine karşı, antikapitalist değer, norm ve toplumsal ilişkiler üretme potansiyelimizi gündeme getiriyordu. Müşterekler, öncelikle ve özellikle toplumsal yeniden üretim alanında kapitalist sistemden otonomlaşmaya dayanan "toplumsal bir devrim" öngörüyordu. Bu yüzden, "sermayenin müşterekleri" ve toplumsal müşterekler arasında süregiden bu hegemonya mücadelesi, müşterekleri "alternatif değer pratiklerinin çarpıştığı" antagonistik mücadelenin kritik bir mecrası olarak kavramamızı gerektiriyor (de Angelis ve Harvie, 2018: 127).

Yazıda, müşterekler mefhumunun 1990'ların başından 2000'lere kadar süren karşı küreselleşme hareketi ve Arap Baharı ve "meydan/işgal hareketlerini" içerecek şekilde 2010-2013 küresel hareket dalgası içerisindeki tarihsel seyrini haritalamaya çalışıyorum. Bu derleme için benden dünyada müşterekler hareketleri üzerine bir katkı sunmam istendiğinde, kendi kuşağımın öznesi olduğu iki küresel hareket dalgasına, odağına müşterekleri alacak şekilde geniş bir perspektiften bakan bir yazının uygun olacağını düşündüm. Böylesi bir perspektif her iki hareket dalgasının pek çok önemli niteliğini ve politik/teorik tartışmasını dışarıda bıraktığı için elbette eksik kalıyor. Yine de, bu iki küresel hareket dalgasını merkezine müşterekleri alacak biçimde okumanın, neoliberal küreselleşmeye karşı gelişen bu hareketlerin içsel bağlarını, ortaklıklarını ve sınırlarını görmek açısından verimli olacağını düşünüyorum. Bu şekilde, yazının müşterekleri toplumsal mücadele pratiklerinden neşet ettiği şekliyle ve tarihsel mücadelelerin perspektifinden anlamlandırmasını hedefliyor; hareketlerin günümüzdeki sıkışmasını anlamak için bir başlangıç olmasını umuyorum.

Devamı için tıklayınız.

İstanbul'da Kentsel Muhalefet ve Müşterekler Politikası – Fırat Genç

İstanbul'da yaşayanlar 2000'li yıllarda şehirlerinin giderek artan bir hızla dönüştüğüne tanıklık ettiler. Konut alanlarından kamusal mekânlara, ulaşım altyapısından doğal varlıklara kentsel mekânın bütününü etkileyen, dolayısıyla kentsel deneyimi topyekûn yeniden tanımlayan bu dramatik dönüşüm süreci, AKP hükümetlerinin bu dönemde benimsediği ekonomik, politik ve kültürel stratejilerin sonucunda ortaya çıktı (Bartu Candan ve Özbay, 2014). Şüphesiz bu, ulusal çapta yaşanan bir dönüşümdü. Fakat İstanbul, önceki benzer dönemlerde olduğu gibi, bu sürecin en yoğun biçimde yaşandığı şehir oldu. Diğer yandan bu dönemde İstanbul'da kentsel muhalefet pratikleri kayda değer bir canlanma gösterdi. Gündelik hayatı doğrudan etkileyen müdahalelerin neden olduğu eşitsizlik ve adaletsizlik hissi, nihayetinde kolektif bir tepkinin doğmasına ve böylelikle bizatihi şehir mekânının ve hayatının giderek daha fazla toplumsal/politik çatışmanın konusu haline gelmesine neden oldu. Benimsenen ekonomik büyüme modelinin tetiklediği imar faaliyeti, kentsel nüfusun önemli bir kesiminin arzularını kışkırtır ve böylece AKP iktidarının hegemonyasının en başat unsurlarından birini teşkil ederken, eşzamanlı olarak farklı kentsel çatışma başlıklarını muhalif politik söz dağarcığının parçası haline getirdi. Böylelikle İstanbul bağlamında kentsel siyasetin hem kapsamı hem de ölçeği değişmiş oldu. Önceki dönemlerde kentsel siyasetin gündemine giren başlıklara yenileri eklenirken, bu gündemlerin taşıyıcısı olan failler çeşitlendi (Kolluoğlu, 2014; Yalçıntan ve Çavuşoğlu, 2013; Ünsal, 2014; Çelik, 2017).

Aktörleri, talepleri, eylem repertuarları ya da söylemsel stratejileri farklılıklar göstermekle birlikte bu dönemde ortaya çıkan direniş pratikleri arasında ortaklıklar tespit etmenin, dolayısıyla İstanbul bağlamında kentsel toplumsal hareketlerin belirli bir kuşağından bahsetmenin mümkün olduğu kanısındayım. Bu yazıdaki temel gayem de AKP döneminde hayat bulan direniş pratiklerine odaklanarak bahsettiğim kuşağı tasnif etmek ve anlamlandırmak. Böylesi çetrefil dinamiklere sahip bir şehirde, bu denli geniş bir tarihsel aralık için noksansız bir derlemenin mümkün olmadığı açık. O nedenle küçüklü büyüklü her türden direniş pratiğini kapsamaya çalışan bir liste ortaya koymaktansa sınırları belirli bir tartışmanın içinde kalmayı öneriyorum. Bunun için de kentsel müşterekleri odağına alan bir kavramsal çerçeveden yola çıkıyorum.[1] Sonuç olarak bu türden bir kavramsal çerçevenin, yakın zamanlı kentsel hareketleri açıklamak, dahası bu hareketlerin seyrine ilişkin bir politik stratejik hat tarif etmek için kullanışlı olduğunu öne sürüyorum.

Devamı için tıklayınız.

Dayanışma Akademileri Müştereklerin Neresinde Duruyor? – Can Irmak Özinanır

Bu makalede Barış İçin Akademisyenler'in "Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı metnini imzalamaları sonucu başlayan tasfiye sürecinin ardından ortaya çıkan Dayanışma Akademileri ve Sokak Akademisi gibi örgütlenmelerin, müşterekler politikası açısından yeni bir biçim yaratıp yaratamayacağı, olanakları ve sınırlılıkları tartışılacaktır. Bu amaç doğrultusunda öncelikle üniversitelerin bilgi ile ilişkisi açısından kısa bir tarihsel perspektif sunulmaya çalışılacak ve neoliberal dönüşümle üniversitelerde gerçekleştirilen ve gerçekleştirilmeye çalışılan değişim tartışılacaktır. Ardından AKP döneminde üniversitelerde yaratılmaya çalışılan ve OHAL döneminde KHK'ler aracılığıyla büyük oranda gerçekleştirilen dönüşüm özetlenmeye çalışılacaktır. Bu süreçte ortaya çıkan dayanışma akademilerinin nasıl bir mücadele pratiği ortaya koyduğu ve bunun nereye evrilebileceği, özellikle gelişimine daha yakından şahit olduğum Ankara Dayanışma Akademisi üzerinden anlatılacaktır.

Devamı için tıklayınız.

Göçmen Dayanışma Hareketlerini Müşterekler İçinde Düşünmek – Lülüfer Körükmez

2018 yılı henüz tamamlanmadan çeşitli sebeplerle hayatını yitiren göçmenlerin[1] sayısı, 2.806 olarak belirtilmektedir. 2017 yılında ise bu rakam 6.163[2] idi ve bunun yaklaşık yarısını Akdeniz'i geçmeye çalışırken yaşamanı yitirenler oluşturuyordu. Ölüm riskini atlatabilenler ise açlık, susuzluk ve hastalıkla baş başa bırakılarak açık sularda gemilere terk edilebiliyor. Bütün bunlar dünyanın gözleri önünde apaçık gerçekleşiyor ve çoğu zaman bu durum sadece talihsiz kazalar, üzücü olaylar, şanssız insanlar olarak görülüyor.

Yakın veya uzak mesafeler arasında gerçekleşen insan hareketliliğinin, sınırların geçilmesi etkinliği olarak çerçevelenmesiyle, hukuki, politik, ekonomik ve kültürel öznellikler üretildi. Bu öznelliklere ise, politik ve coğrafi konjonktürün bir araya gelmesiyle yeni bir politik söylem eşlik etmektedir. Söz konusu söylem, 'sınır', 'göç' ve 'kriz' anahtar kelimeleri etrafında örülüyor. Ege Denizi'nin ve özellikle Akdeniz'in yüzlerce kişi için mezar olduğu gerçeği bir kenara bırakılarak, söz konusu denizler yoluyla Avrupa ülkelerine yönelen göç akışı işaret edilerek, bir Avrupa fikri de anahtar kelimeler arasındaki yerini alıyor (Casas-Cortés vd., 2015; De Genova vd., 2016; Sigona 2017). Kitlesel ve kitlesel olmayan ancak sürekli göç akışını üreten politik ve ekonomik koşulların sebepleri bir yana, 'illegal'[3] göçmen özneleri üreten sınır rejimlerinin, vize, iltica ve/veya sığınma başvuru koşulları ve uygulamalarının, Akdeniz'de, Ege'de ya da dünyanın başka yerlerinde ölümlere sebep veriyor oluşu sınır, göç ve krizden daha az tartışılıyor. Yine, 2016 yılında Türkiye- Avrupa Birliği arasında yapılan Mülteci Anlaşması, bahsi geçen rejim ve uygulamaların bir örneğidir.[4]

Avrupa ülkelerine ulaşmak için deniz yolunu tutanların aldığı risk, sadece güvenlik önlemleri olmaksızın kalabalıklar halinde denizi geçme çabasından ibaret değil. Botların bıçaklanarak veya ateş edilerek batırılması, motorlarının kırılması ve usulsüz geri itme ve geri çekmelere maruz kaldıkları raporlanmaktadır.[5] Ayrıca, açık denizde arama ve kurtarma çalışması yapan insani yardım kuruluşlarına yönelik artan kontrol, baskı, kriminalleştirme ve hatta saldırılar,[6] Avrupa'nın sınırlarda ördüğü duvarın hukuki, bürokratik, askeri, retorik ve biyopolitik harcını göstermesi bakımından da dikkat çekicidir. Elbette ve maalesef, söz konusu saldırılar, devletlerin sert sınır politikaları ve uygulamaları sadece Ege ve Akdeniz'le sınırlı değil; Avrupa'nın kara sınırları da dahil olmak üzere dünyanın hemen her yerinde benzer uygulamalar görülüyor.

Devletlerin sınırları yükseltme ve dışlayacağı/içerleyeceği kişileri seçme üzerine kurulu sistemi, bütün bu ölümlere yol açmaktadır. Bir başka deyişle, uluslar biçiminde örgütlenmiş uluslararası sistemin (Walters, 2002) kendisi, bir sınır geçme ve dolayısıyla göçmen üretme sisteminin kendisidir. Sınırlarla çerçevelenmiş politik coğrafyanın üyelik sistemi olarak vatandaşlık da bunun tamamlayıcı öğesini oluşturmaktadır.

Bu makale, müşterekler siyaseti içinde göçmenlerin yerini tartışmayı amaçlamaktadır. Spesifik olarak, göçmenlerle dayanışma hareketleri ve bu hareketlerin müşterekler siyaseti içinde nasıl konumlanacağına odaklanmaktadır. Bu nedenle, öncelikle yukarıda sadece ölümcül sonuçlarından birkaç örnek ve sayı verilen, esasen göçmen olan ve olmayan, içerlikli ve dışarlıklı, hak sahibi ve hak sahibi olmayan ayrımlarını üreten politik sisteme bakmak gerekmektedir.

Bu sebeple çalışmanın ilk bölümünde, göçü müşterekler içerisinde nasıl tarif edebileceğimiz ele alınacaktır. Ardından ise göçmen dayanışma hareketleri ve bu alanda çalışan ağlardan ikisi Halkların Köprüsü Derneği ve Kapılar Dayanışma ele alınacak.

Devamı için tıklayınız.

Gıdanın Müşterekler Siyaseti – Umut Kocagöz

1. Gıdanın Müşterekliği ve Gıda Sistemi

Canlıların yaşamsal faaliyetinin temelinde yatan beslenme, günümüz dünyasında "gıda sorunu" olarak karşımıza çıkıyor. Tarih boyunca yeterlilik, sürdürülebilirlik, kitlesel açlıklar ve kırımlar üzerinden şekillenen ve tanımlanan gıda sorunu, insanların kurduğu medeniyetlerin sonuncusu olan kapitalist dünyada, bu dünya gibi gelişmiş eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin de yeniden üretilmesinde önemli bir pay teşkil ediyor. Gıda, günümüzde çok çeşitli biçimlerde konuşulan bir meseledir: Tarımsal üretimden toprak sorununa, market raflarındaki ürünlerden sofraya, paketlemeden etiketlemeye ve sertifikalandırmaya, bir çok mesele, "gıda" başlığı altında konuşulmaktadır.

Beslenmeyi en basit anlamıyla karnın doyması ve yaşamsal fonksiyonların yerine getirilmesi olarak düşünmek eksik olacaktır. Canlıların sağlığını koruyan ve onaran, onlara güç ve enerji veren bir faaliyet olarak beslenme yaşam hakkının vazgeçilmez bir parçasıdır. Dolayısıyla, beslenme esasında sağlıklı beslenmeyi, sağlıklı beslenme de sağlıklı gıdalar ile beslenmeyi beraberinde düşünmeyi zorunlu kılar.

Sağlıklı gıda, herkes için bir zorunluluk olarak tanımlandığında, gıdayı müşterek olarak düşünmenin imkânı ortaya çıkar. Ancak bu imkân ilk bakışta çok kolay belirmez. Nihayetinde üretim, işleme, dağıtım ve tüketim gibi devasa ilişkiler çerçevesinde gerçekleşen gıda hadisesi, içinde mülkiyet ilişkilerini, metalaşmayı, ticareti ve tüketimi barındırır. Diğer yandan gıda kullanım değeri üzerinden belirlenir; besler, doyurur, tüketilir. Bu geniş kapsamda baktığımızda, gıdayı müşterekler çerçevesinde düşünebilmemizin ilk temel koşulu onu yalnızca bir tüketim nesnesi olarak düşünmeyen, metalaşma süreci boyunca kat edilen bütün ilişkileri hesaba katan daha bütünlüklü bir kavrayışı zorunlu kılar (Akbulut, 2015). Önerdiğimiz bu bakış açısında "gıda" olarak adlandırılan şey bir süreçtir. Toplumsal ilişkiler içinde kurulan ve anlam kazanan bu süreci anlamak için, her tekil gıda ürünü arkasındaki toplumsal-politik ilişkileri takip etmemiz gerekir.

Gıdanın müşterekliğini gıdayı bir süreç olarak tanımamızı sağlayan ilişkiler çerçevesinde ve bu ilişkiler içerisinde yer alan (oluşan) aktörler üzerinden düşünebiliriz. Dolayısıyla gıda, gıdanın üretim, işleme, dağıtım ve tüketim süreçlerini bir bütün olarak, yani bir gıda sistemi olarak düşünmemizi gerektirir. Gıda sistemini, yani gıda etrafında ortaya çıkan bütün ilişkileri ve aktörleri sorunsallaştırmak bize gıdanın müşterekliğini düşünme imkanı verecektir. Dahası, gıda sisteminde yaşanan şirketleşme ve metalaşma ilişkilerine karşı gelişen müşterekleştirme pratiklerini yine bu bağlamda görme ve anlama imkanımız bulunmaktadır.

Devamı için tıklayınız.

Suyun Müşterekler Siyaseti – Özdeş Özbay

Müşterekler kavramı Garret Hardin'in 1968 yılında yazdığı "Müştereklerin Trajedisi" makalesinden 1990'lı yıllara kadar daha çok akademik bir tartışma olarak kaldı. Ancak 1980 yılında küresel çapta uygulanmaya başlanan neoliberal politikaların son derece 'trajik' olan sonuçlarının 1990'larda hissedilir olması özellikle su meselesi etrafında toplumsal hareketlerin ortaya çıkmasına neden oldu.

Neoliberal politikalar "başka bir alternatif yok" mottosu ile kamunun hantal ve kalitesiz hizmet sunduğu anlayışına dayanarak uygulanıyordu. Buna karşı daha yenilikçi ve etkin olduğu düşünülen özel şirketler ve piyasa uygulamaları, hizmet kalitesini arttırmanın tek yolu olarak anlatıldı. Özellikle su meselesinde bu anlayışın en net uygulamalarını yaşadık. Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve IMF gibi uluslararası kuruluşlar su hizmetlerinin ya doğrudan özel işletmelere ya da kamu-özel işbirliğine bırakılması politikalarını tüm dünyaya dayatıyordu. Bu uygulamaların yanı sıra göllerin, nehirlerin, yer altı sularının da kullanım hakları artan bir hızla şirketlere veriliyordu. Ancak kısa sürede bu girişimler başarısız oldu. Ortaya çıkan sosyal ve ekonomik sorunlar nedeniyle neoliberal su politikalarına karşı çıkan hareketlerin doğması da gecikmedi.

Müşterekler siyaseti de su hakkı mücadelelerinin yükseldiği dönemle eş zamanlı olarak neoliberal politikalara karşı yükselişteydi ve çoğu kez bu iki mücadele iç içe gelişti. Su hakkı, nasıl suyun metalaştırılmasına ve ticarileştirilmesine karşı suyu bir hak olarak görüyorsa, müşterekler siyaseti de hemen her alanda yaşanan metalaştırmaya karşı su, toprak, denizler, ormanlar gibi ekolojik müştereklerin metalaştırılmaması için mücadele veriyordu. Bu hareket başlangıçta özel mülkiyetin alanı olmayan ekolojik varlıkların özel veya kamu eliyle çitlenmesine ve metalaştırılmasına karşı, bu ekolojik varlıkların herkesin müştereği olduğu üzerinden ortaya çıktı. Ancak zamanla müşterekler siyasetinin alanı genişledi. Neoliberal politikaların hemen her alanda sosyal hizmetlere yönelik saldırılarına karşı eğitim, sağlık, ulaşım gibi kamusal hizmetlerin de toplumun bir müştereği olduğu kabul görmeye başladı. Bunun yanı sıra kentlerde yaşanan soylulaştırma ve kentsel dönüşüm uygulamalarına karşı kent müştereği hareketleri de ortaya çıktı. Su meselesi de hem ekolojik bir müşterek hem de kentlerde su hakkı mücadelesi olarak müşterekler siyasetinin önemli bir alanı olageldi.

Bu kitaptaki çeşitli makalelerde vurgulanmış olmasına rağmen burada da bir kez daha müşterekler siyasetinin bir yanda piyasacı özel mülkiyet ilişkilerini redderken bir yandan da bürokratik devlet mülkiyetini reddettiği hatırlatmak gerekiyor. Özellikle günümüzde neoliberal devletin kendisi ve yerel yönetimler bizzat bir şirket mantığıyla yönetildiği için müşterekler siyaseti devleti redderken bugüne kadar elde edilmiş sosyal hakların tırpanlanmasına karşı da mücadele ediyor. Ancak bu noktada kamunun ne şekilde müşterekler siyasetine dahil edileceği bir tartışma olarak var olmaya devam ediyor. Dolayısıyla su müştereği söz konusu olduğunda su varlıklarının korunması kadar, su hakkı talebinin bir gereği olarak su hizmetlerinin de kamusal kaynaklarla sağlanması müşterekler siyaseti açısından ufuk açıcı deneyimlere sahip.

Su hakkı mücadeleleri Hindistan'dan Brezilya'ya kadar çok geniş bir coğrafyaya yayılan bir mücadele alanı. Bu mücadelelerin en önemlilerini daha önce bir başka makalede anlatmaya çalışmıştım (Özbay, 2017). Bu makalede ise su hakkı mücadeleleri arasında suyu bir müşterek olarak tanıyan ve suyun müşterekliğini toplumsal hareketlerin gündemine sokan iki önemli mücadeleye, İtalyan Su Hareketleri Forumu ve Cochabamba Su Savaşları'na odaklanacağım. Ardından da toplumsal hareketlerin aşağıdan mücadelesi sonucu suyu müşterek olarak tanıyan belediyecilik deneyimlerine yer vereceğim.

Devamı için tıklayınız.

Barselona'da Müşterekler Deneyi – Luke Stobart

2017 yılının Haziran ayında dört kıtadan gelen belediye başkanları, meclis üyeleri ve aktivistler yeni belediye politikaları üzerine ilk defa düzenlenen uluslararası zirveye katıldılar. Korkusuz Şehirler (Fearless Cities) adlı etkinliğin Barselona'da ve Barselona kent hükümetini (Belediye Yönetimi) yöneten hareketin aktivistlerinden oluşan bir platform olan Müşterek Barselona (Barcelona en Comu- BeC) tarafından düzenlenmesi tesadüf değil. Gerçekten de Müşterekler[1] (Commons), neoliberalizme ve sağcı popülizme alternatif arayanlar için bir referans noktası haline geldi. Bu durumun nedenleri hareketin kökenleri (Belediye Başkanı Ada Colau konut hareketi İpotekten Etkilenenler Platformu'nun (PAH) kamusal yüzüydü) ve platformun kurulmasından sadece birkaç ay sonra seçimleri kazanmış olmasıdır. Ayrıca platform, siyasetin daha katılımcı ve yenilikçi yollarla yapılabileceğini de göstermiş oldu.

Başkanlık kazanıldıktan sonra çok sayıda pratik değişiklik yapıldı. Aşırı yükselen faturaları ödeyemeyenlerin elektriklerini kesen şirketlere yanıt olarak, Belediye Yönetimi[2] kamuya ait (ve sürdürülebilir) bir enerji yönetimi şirketi oluşturdu. Kontrolden çıkan turizmin, kiraları çok sayıda kent sakininin ödeyemeyeceği kadar artırması sebebiyle Belediye Yönetimi bu güçlü sektörü denetim altına almaya karar verdi.

Bu makale, bunun gibi olumlu değişikliklerin nasıl ortaya çıktığını ele almaktadır. Ancak aynı zamanda üç yıldır iktidarda olan Müşterek Barselona'nın sınırlılıklarını da dikkatle incelemektedir. Barselona'daki genel görüş –geniş bir toplumsal hareket yelpazesi adına sözcülerinin de dile getirdiği gibi– bugüne kadarki dönüşümlerin eşitsiz ve yavaş olduğu şeklindedir.[3] Sonuç olarak, projeye olan ilgi (ve katılım) azalmıştır. Müşterekler deneyi üzerine yapılacak ciddi bir değerlendirme, bunun neden böyle olduğunu inceleyip açığa çıkarmalıdır ki burada yapılmaya çalışılan da aynen budur.

Colau, diğer belediye başkanlarının muhafazakâr İspanyol hükümetini daha fazla mülteciyi kabul etmeye zorlamasını sağladı. Kamu ihaleleri artık, 'sosyal ekonomiye' ait olan, kooperatifler dahil daha iyi çalışma koşulları sunan veya daha fazla sayıda kadın ve engelli çalışanı istihdam eden firmaları destekliyor (Blanco, Salazar ve Bianchi, 2017). Belediyenin mevcut olanakları, öz-yönetimli sosyal ve kültürel projeler için çeşitli topluluklara tahsis ediliyor (Junqué ve Shea-Baird, 2018: 145). Kadınlara yönelik hizmetler belediyeleştirildi ve tüm diğer politikaların kadınlar üzerindeki spesifik etkileri de inceleniyor (Pérez, 2018: 36). Özellikle gelecekte, belediye meclisinde (belirli bir sayıda imza topladıktan sonra) yasa teklifleri sunabilmeleri için kent sakinleri ve diğer derneklere yönelik mekanizmalar geliştiriliyor. Bu tür mekanizmalar sayesinde Müşterek Barselona, neoliberalizmi farklı derecelerden otoriter biçimlerini tek seçenek olarak sunan mevcut politik sistemin dışında başka pratik alternatiflerin de söz konusu olduğunu gösteriyor.

Bu yazı ilk olarak toplumsal hareketlerin projeyi nasıl mümkün kıldığını belirliyor. Daha sonra ise gelişimini etkileyen teorilere odaklanıyor. Ardından, Müşterek Barselona'nın nasıl organize olduğuna ve -konut ve turizm alanındaki önemli meselelere odaklanarak– uygulamalarını nasıl analiz ettiğine dair kısa bir tarihçe ve açıklama sunacağım. Son olarak da, hareketlerle ve kurumlarla mevcut ilişkilerinin nasıl karışık sonuçlara yol açtığını ve başka türden politik stratejilere ihtiyaç olup olmadığını sorgulayacağım.

Devamı için tıklayınız.

 

Facebook Twitter Email WhatsApp Telegram Google+ Pocket
 

 

Su Hakkı Kampanyası bülteni - Türkiye'de Müştereklerin Savunulması ve Kazanılması - Aralık 2018
E-postayi duzgun goruntuleyemiyorsaniz, buraya tiklayin... | Üyelik işlemlerini buradan, abonelik iptalini ise buradan gerçekleştirebilirsiniz.
You can click here to view the page in web | You can view your membership status here and you can cancel your subscription here.